28 Ocak 2012 Cumartesi

Başlarken...




Eveeeett...
Başlayalım bakalım...

Hayatı devamlı erteleyenler için zordur önsöz yazmak. Bir işe başlamak korkutur çünkü. Bünyesi değişikliği öyle kolay kolay kaldıramaz. Küçük bir eşyanın yer değiştirmesi bile canını sıkabilir. Henüz hazır değildir böyle bir şeye. Değişimin olacağı o günün geleceğini bilir ama yine de erteler. Ya çok tembeldir ya da korkuyordur başlamaktan. Başlangıçlar bunun için çok önemlidir.

Önsöz yazmak da zormuş. Diyeceksiniz ki daha bunu yazamıyorsun devamını nasıl getireceksin? Öyle demeyin. Başlamak kolay değil. Kaç kere giriştim bu işe ben haberiniz var mı?

Daha ilkokuldaydım. 5.sınıf. Kendime güzelce bir ajanda buldum. Ona sağdan soldan duyduğum, okuduğum güzel sözleri yazacaktım, başaramadım. Sıkıldım.

Ortaokuldaydım. Oldum olası tarih ve edebiyata ilgim vardır. Edebiyat hocam mükemmel biriydi. İdealistti. Bana edebiyatı sevdirdi. Okumaya onunla başladım. Her ne kadar ilk okuduğum roman bir yıllık ödev zorlaması olsa da bunun devamını getirdim. Kısa hikayelere merakım vardı. Ben de yazmak istedim. Birçok ünlü yazar kısa hikayeler ile başlamıştı yazın hayatına. Stephen King o koca koca serilerden önce küçük gerilim öyküleri yazıyordu. Harika öykülerdi. Ama benim öykü işi de ertelendi hayatın gaileleri arasında. Bir ortaokul öğrencisinin ne gibi sıkıntıları olacaksa artık o yaşta.

Lisedeydim.Büyüyorduk. Çocukluktan çıkıp birey olmaya doğru gidiyorduk. Yavaş yavaş politik tavrımız da şekillenmeye başlamıştı. Gerçi bizden önceki dönemler tarafından hep apolitik bir gençlik olmakla eleştirildik ama bunda suç bizde değildi. Çünkü biz 80 sonrası çocuklarıyız. Bir korku döneminin ürünleriyiz. Bizleri bu şekilde yetiştiren sizlersiniz. Çünkü siz korkuyordunuz. Kötü dönemlerden geçmiştiniz. Bunları ya yaşamış ya da tanığı olmuştunuz. Bizi o paranoyak ruh halinizle büyüttünüz. Etliye sütlüye karışmayan, devletine saygılı, sorunsuz, artık duymaktan korktuğunuz "isyan" ,"hak" ,"adalet" gibi sözcükleri ağzına almayan, dahası bunlarla işi olmayacak ve herşeyi büyüklerine bırakacak apolitik çocuklar... Devlet de bu konuda size yol gösterdi tabi. Zamanın en büyük propaganda aletleri ile. Radyo ve televizyonla. Tek kanal dönemi devletin bizlere hep nasıl vatandaş olmamız gerektiğini dikte etmesiyle geçti. Şükürler olsun ki sokaklarımız vardı. Bizi tek tip insanlar olmaktan kurtaran tek alternatifimiz.

Böyle bir altyapıya sahip bireyin de dünya ve memleket meselelerine bakış açısı da paranoyakça oluyor. Şüpheciydik. Bilmemekten mi yoksa bizi büyüten neslin tutumundan mı bilinmez ama bağlanma sorunumuz vardı. 70'lerin gençleri amaçları için ölümü göze alıyorlardı. Duruşları netti. Ya bizim? Nasıl bir dünyaya doğduğun önemli. Biz de isterdik özgür bir dünyaya doğmayı... Ama biz sıkıyönetim çocuklarıyız. Gücün karşısında sinmiş, biat etmiş bir toplumun çocukları. Belki de bu yüzden hedeflerimiz konusunda kararsızdık hep.

Evet lisedeydim ve yazmak istiyordum. Bir ara günlük tutmayı bile düşündüm ama yazamadım. Herşeyi yazmak korkutuyordu. Kimden? Etraftan, ondan, bundan ve aslında sistemin kendisinden. Belki de tüm bunlar bahaneydi ve ben Oblomov'un ta kendisiydim.

Ünivesitedeydim. Sevmediğim bir okulda, sevemediğim bir bölümde. Sonlarına doğru sevmeye başladığım bir şehirde. Pratikte boş geçirdiğim yıllar diyebilirim. Sadece haftanın üç günü okul vardı ve gençliğinin en heyecenlı, kanının en deli aktığı yılları sen dünyanın en sıkıcı kentinde geçiriyorsun. Yapacak hiçbirşey yoktu. Yazmaya miskinliğin kitabından başlasam ortaya bir başyapıt çıkardı herhalde. Klasik bir öğrenci eviydi. Yurdun değişik yerlerinden gelmiş ama aslında birbirinin aynı dört genç adam. Günün büyük bölümünü uyumakla geçiren bir tür homo sapiens. Gün ışığı bunlara zararlıdır. Mecbur kalmadıkça (devamsızlık tehlikesinde olan bir ders veya sınav olmadıkça) gün içinde bunları dışarıda göremezsiniz.Yuvalarına pek güneş girmez. Perdeler her daim kapalı durur. Beslenme vakitleri gecedir. Bu türler üçerli beşerli gruplar halinde yaşarlar. Dağınıklık en belirgin özellikleridir. Onlar için ev sadece içinde donmadan uyunabilecek bir mekandır. Hijyen diye birşeyin varlığı ile tanışmaları uzun yıllar alacaktır. Beslenmeleri oldukça basittir. Bunun için en gerekli şey bir tava, bir tüplü ocak ve birkaç da yumurta. Beslenme sorunu hallolduktan sonra gece dışarı çıkılıp boş boş gezilir ve gecenin geç bir saati evin yolu tutulur. Ev içinde yapılacak pek bir atraksiyon yoktur. En büyük eğlence ortak alınan okey takımıyla sabahlara kadar evden hiç eksik olmayan misafir arkadaşlarla oynamaktır. İçilen sigaranın, çay ve nescafenin haddi ve de hesabı yoktur. Bu yaşam türü, boş vakti çok olduğu için kendini okumaya verir. Ama bunun için yeterli finans kaynaklarına sahip değildir. En nihayetinde bütçesini üç ayda bir gelen devletin kendisine ölmemesi için verdiği harçlıklar ve evden gelen destekler oluşturmaktadır. Bunun için en çıkar yol korsan kitapların en yoğun olduğu yere gidip yine kendisi gibi öğrenci olan satıcılarla samimiyeti ilerletmektir. Bu sayede çok cüzzi ücretler karşılığında değiş-tokuşlarla bir sürü kitap okunabilecektir. Okunmuştur da.

Yazmak için önce bilgi sahibi olmanın, bunun için de çok ama çok okumanın bilincine vardığım yıllardı. Un vardı, şeker vardı, şartlar olgunlaşmıştı ama ben yine başlayamadım. Yok bu sefer de bahane aramayacağım. O kadar miskin bir yaşam düzeninden inanın zaten birşey çıkmazdı. Maalesef üniversite kelimesi bizim için pek de amacına uygun bir yer olarak görülmüyordu. Eğitim, uzmanlaşma gibi şeyler zaten bize yabancıydı. Amaç sadece belirlenen ders geçme sistemi dahilinde dersten alınabilecek maksimum puanı ders geçme için gereken minumum puana eşitlemekti. Diğer taraftan üniversiteye asıl geliş amacına da çok uzaktık. Lisede gördüğümüz broşürlere benzemiyordu bu üniversite. Yine o zamanlar öğretmenlerin "Siz bu sınavı verin üniversite de rahatsınız. Bambaşka bir yaşam biçimi sizi bekliyor." sözü kesinlikle burası için söylenmemişti. Tamam Tv'de izlediğimiz gibi Amerikalı öğrencilerin her daim partiler verdiği cennetten bir yer olarak düşlemedik ama birazcık yaklaşamaz mıydı bu tanıma? Neyse... Zaten o zaman da başaramadım yazmayı. Bunu da genel üniversiteli öğrenci miskinliğine bağladım.

Ya şimdi? Yazacak mıyım?

Bilmem...

aardvark 

Hiç yorum yok:

Alengirsiz Şiir

Bu şiir  Ali Lidar ‘a ait sanılsa da bir söyleşide kendine ait olmadığını ve yazarını da bilmediğini söylemiştir. Ben bir ekşi sözlük yaza...